Koronavirüsle Mücadelenin İklim Değişikliğine Etkileri

Tüm dünyada 2020 yılının ana gündemi olan ve hala gündemde yerini korumaya devam eden yeni tip koronavirüs ismi (COVID-19 ) ilk kez 31 Aralık 2019 tarihinde duyuldu. Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde kaynağı bilinmeyen gizemli bir solunum yolu rahatsızlığını Dünya Sağlık Örgütüne bildirmesiyle tüm dünya konudan haberdar oldu. İlk başta Çin ve çevresini etkileyen bölgesel bir “epidemi” olarak algılanan salgın, küreselleşen bu dünyada öngörüldüğü üzere ülke sınırlarını aştı. Mekânsal anlamda küçülen ya da başka bir deyiş ile dünya için tabir edilen günümüzün “küresel köy ”ünde, başta ticaret ve turizm faaliyetleri etkisiyle salgın, sınırları aşarak tüm dünyaya ulaştı.

Halk sağlığının küresel çapta tehdit altında olması ile tüm dünya, salgının kontrol altında tutulması ve önlenmesi amacıyla pek çok tedbirler aldı. Bu tedbirler ticaret, turizm, ulaşım, eğitim gibi sektörlerin süregelen mevcut işleyişlerini ve insanların mevcut tüketim alışkanlıkları gibi pek çok konuyu doğrudan ve dolaylı olarak etkiledi. COVID-19 salgını sırasındaki hükümetlerin mücadele politikaları, dünya çapında enerji talebi modellerini büyük ölçüde değiştirdi. Uluslararası sınırlar kapatıldı, dünya genelinde ulaşım kısıtlandı ve nüfusun önemli bir kısmı evlerinde kaldı, araç kullanımı büyük ölçüde azaldı. Neticede bu tedbirler dünyanın tüketim modellerini de değiştirdi.

Salgın ile mücadele ederken medyaya da yansıyan pek çok haberlerde örnekleri görüldüğü üzere, insanın doğaya müdahalesi azaldı. Hem insan kaynaklı iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarında hem de hava kirleticilerinde bir azalma meydana geldi. Bu konuda detaylı bilgilere geçmeden önce, emisyon ve konsantrasyon ile ilgili tanımları ve farkını vurgulamakta fayda var: Emisyonlar, fosil yakıtların yakılması ve ormansızlaşma dâhil olmak üzere insan faaliyetleriyle belirli bir kirletici kaynaktan ve belirli bir zaman aralığında atmosfere salınan hava kirleticileri miktarını tanımlar iken; konsantrasyon ise atmosferde gerçekte bulunan birim hacim başına düşen miktarı temsil eder.

Dünya’dan uzaya yayılan ısının bir kısmını geri yansıtarak Dünya’nın ısınmasına neden olan sera gazlarından bir tanesi olan karbondioksit (CO2); fosil yakıtların (petrol ve türevleri, kömürlerin ve doğal gazın) sanayide kullanılması sonucunda oluşarak atmosfere karışan bir gazdır. CO2, küresel ısınmada % 50 paya sahiptir. Bunun nedeni, miktarının çok hem de karbondioksit moleküllerinin atmosferdeki ömrünün 50–100 yıl gibi çok uzun olmasıdır. Pandemi ile mücadele sırasında günlük küresel CO2 emisyonları, 2020 yılı Nisan ayı başlarında 2019 ortalama seviyelerine kıyasla yaklaşık % 17 azalmıştır. Fakat bu azalma, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun düştüğü anlamına gelmez. Çünkü CO2 emisyonlarında mutlak bir azalma olmamıştır, sadece emisyonların artış hızı yavaşlamıştır. Emisyonların biraz düşmesi ile atmosferdeki konsantrasyonlar hemen azalmaz, yalnızca artış oranları yavaşlayabilir. CO2’nin atmosferdeki birikmesini durdurmak için, insan kaynaklı emisyonların kısa vadede yaklaşık % 50 düşmesi gereklidir.

Bir diğer önemli sera etkisi olan gaz ise azot oksitlerdir (NOx). NOx emisyonları, baskın olarak mikrobiyal temele sahiptirler. NOx’ler doğal ve antropojenik kaynaklar olup, ağırlıklı olarak mikrobiyal nitfikasyon ve denitrifikasyonun sonucu topraktan kaynaklanır, diğer kaynakları ise egzoz gazları, fosil yakıtlardır. Pandemi süresince küresel NOx emisyonlarının Nisan ayında % 30’a kadar azaldığı yapılan çalışmalar ile hesaplanmıştır. Bu azalmanın kısa dönemli bir soğutma etkisi olduğu söylenebilir.

Havada asılı kalabilen parçacıklar olarak tanımlanan aerosellere örnekler; tuz kristalleri, tozlar, tanecikler, ufak volkanik parçalar, kum taneleri ve diğer damlacıklardır. Atmosferde soğuma etkisi yapan aeorosellerin, küresel ısınmayı azaltmaya ufak bir katkısı olduğu söylenebilir. Kaynağı termik santreller ve endüstriyel kazanların olduğu kükürtdioksitin tıpkı pek çok aerosel gibi küresel soğutma etkisi vardır ancak beraberinde insan ve çevre sağlığına zarar veren bir kirletici olduğu unutlmamalıdır. Yanardağ patlamaları sonucu atmosfere saçılan kül ve sülfür dolu taneciklerin/aerosellerin, güneşten gelen radyasyonu yansıtması ile küresel ve uzun vadeli olmasa da bir soğuma etkisi yaratması da bilinen örneklerdendir. Pandemi döneminde aerosoller ve kükürtdioksit emisyonları da (yaklaşık %20) azalmıştır. Bu azalma ile soğutucu etkilerinin azaldığı da söylenebilir.

Koronavirüs ile mücadele eden dünyada, meydana gelen emisyonlardaki bu değişimlere küresel ikim değişikliği açısından bakıldığında; azotoksit ve karbondioksit salımlarındaki azalmanın küresel ısınmaya (kısa vadeli) etkisi olumlu etkisi çok olabilir gibi bir beklenti oluşsa da, aerosollerin soğutma etkisini zayıflatan ve kısa vadeli ısınmaya neden olan küresel SO2 emisyonlarındaki ~% 20 azalmanın da küresel ısınmanın artmasına neden olması ile de dengelendiği söylenebilir.

Özetle; pandemi döneminde meydana gelen emisyon değişimlerinin küresel bir kalkınma sorunu olan iklim değişikliği üzerindeki etkisinin ihmal edilebilir bir düzeyde ve küresel ısınmayla mücadeleye minimal bir katkısı olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, tarihsel olarak, kısa süreli düşüşlerin iklim değişikliği üzerinde oldukça az kalıcı etkisi olmuştur, çünkü yalnızca sistematik uzun vadeli değişimlerin/dönüşümlerin uzun vadeli etkileri vardır. Genel olarak karbon emisyonları sanayi devriminden beri yani 1900’den beri artmıştır. Ancak, kısa süreli tersi durumlar da yaşanmıştır. İnsanlık tarihinde yaşanan bahse konu değişimlerin, benzer tarihsel emsalleri de vardır. Örneğin, 1929 yılında başlayan ve Büyük Buhran’a neden olan borsa çöküşünü takip eden üç yılda, karbon emisyonları % 26 oranında düşmüştür. Fabrikalar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından savaş uçakları ve bomba üretimini yavaşlattıktan sonra, emisyonlar % 17 düşmüş, yine 1991’de Sovyetler Birliği’nin düşüşünden sonra emisyonlar % 3 azalmıştır. Fakat söz konusu örnekler de bilim dünyasınca incelenmiş olup, bir krizin karbon emisyonlarında düşüşe neden olması durumunda; bu azalış eğiliminin sürdürülebilir olma ihtimalinin çok düşük olduğudur. Bu düşüşlerin her birini takip eden yıllarda, dünya sadece emisyonların azaltılmasında elde edilen kazanımları israf etmekle kalmayıp, aynı zamanda karbondioksit üretimini öncekinden daha yüksek seviyelere çıkarmıştır.

Şu anda bulunduğumuz küresel emisyon seviyesini koruyacak olsak bile, küresel ısınmada dünyanın 1,5° C sınırını geçmemesi için küresel emisyonların 2030 yılında 2010 yılına göre yüzde 45 azaltılması gerekmektedir.

Küresel iklim değişliği ve bunun en önemli sonucu olan küresel ısınma ile mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için, ülkelerin tüketim-üretim politikalarını, enerji tüketim modellerini iklim değişikliğine olan etkileri göz önünde bulundurarak uzun vadeli ve sürdürülebilir bir şekilde planlaması ve uygulamaya geçirmesi gerekmektedir.